Friday, May 1, 2020

Arif Cemil Teşkilat-ı Mahsusa

                Bugün ülkemizin istihbarat servisi olan Milli İstihbarat Teşkilatı'nın öncüsü olarak kabul edilen Teşkilat-ı Mahsusa 1913 Kasım ayında Enver Paşa'nın isteği ile Süleyman Askeri Bey tarafından kurulmuştur.
                Teşkilat-ı Mahsusa'nın asıl kuruluş gâyesi, dünya siyasetinin gerildiği ve etnik problemlerin ayyuka çıktığı bir zamanda, devletin bekâsı adına belirli şahıslar/fedailer vasıtasıyla gerekli mercilere bilgi sağlamaktı. Böylesine gizemli ve maceralı bir görevde yer almak şüphesiz ki cesaret ve vatan aşkı gerektirmektedir.
                 Kitabımızın kahramanı yâni hatıraların sahibi olan Arif Cemil Bey Teşkilat-ı Mahsusa günlerinde yaşadıklarını ve gördüklerini anlatmaktadır. Kitabımız hakkında tahlil yapmadan önce hatıların sahibi olan Arif Cemil'e göz atmakta fayda vardır.
                Arif Cemil 1888 yılında İstanbul'da doğmuştur. Kendisi müzisyen bir aileden gelmekle birlikte, dedesi ünlü bestekârlarımızdan Hacı Arif Bey olup, babası da yine ünlü bir viyolonsel olan Cemil Arif Bey'dir.
                Arif Cemil ilk mektebini bitirdikten sonra lise eğitimini İstanbul Alman Lisesi'nde tamamlamıştır. Eğitimini almış olduğu lisenin de yardımıyla iyi derecede Almanca, Fransızca ve İngilizce bilmektedir. Bu dil yeteneği onun geleceğini şekillendirmiştir.
                İlk olarak muallimlik ve gazetecilik yapan Arif Cemil dil bilmesi hasebiyle, Cihan Harbi sırasında Berlin'de talebe müfettişliğine getirilmiştir.
                Cihan Harbi sonrasında ise Talat Paşa'nın yurtdışına çıkmasından sonra onunla teşriki mesai etmiş ve hususi kâtipliğini yapmıştır.
                Cumhuriyet devrinde "Denker" soyadını alan Arif Cemil'in kitaplaştırılan anıları, 2 Kasım 1933 - 18 Nisan 1934 tarihleri arasında Vakit gazetesinde, "Umumi Harp'te Teşkilat-ı Mahsusa" adı altında yayınlamıştır. Ayrıca, bu yayın toplamda 161 sayı sürmüştür.
                Koşuşturmalı hayatı 1939'da yakalandığı bir hastalıkla yavaşlamış ve 1945 yılında vefat etmiştir.
                Arif Cemil'in gazetelerde bulunan bu anılarını hazırlayıp bizlere sunan Erhan Çifci'den de bahsetmek gerekir.
                Erhan Çifci Lisans eğitimini Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde tamamladı. Yüksek lisansını ise Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü bünyesindeki Harp Tarihi ve Strateji programında yapmıştır. Doktorasını ise halen İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anadbilim Dalı'nda yapmaktadır
                Ayrıca Erhan Çifci'nin yayınladığı bazı kitaplar şunlardır: "316 Gün: Albay Nuri Pamir'in Kore Savaşı Günlüğü ve Mektupları"; "Kut'ül Amare Kahramanı: Halil Paşa'nın Anıları"; "Şark Cephesi'nden Kore'ye Bir Türk Generali: Tahsin Yazıcı'nın Askerlik Serüveni"; "Topyekün Harp"; "İdealist, İttihatçı Bir Muallim: Selim Sırrı Tarcan"; "Kut Almış Ordu'nun Zaferi: Kut'ül Amare" ve "Kazım Karabekir - Hayatım" adlı kitaları yayınlamıştır.
                Bunlara ek olarak, Erhan Çifci'nin Askeri Tarih, İç Güvenlik ve Uluslararası İlişkiler alanlarında yazmış olduğu makale ve yazılar da bulunmaktadır.
*****
                Erhan Çifci'nin hazırlamış olduğu "Arif Cemil: Teşkilat-ı Mahsusa" eseri toplamda iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm Teşkilat-ı Mahsusa'nın Kafkasya Cephesi Faaliyetleri başlığı altında ele alnırken, ikinci bölüm Makedonya ve Trakya'da Teşkilat-ı Mahsusa başlığı altında ele alınmaktadır.
                Eserdeki bilgi ve anıların çok fazla olması ve de karakterlerin bol olmasından dolayı eseri belirli başlıklar altında incelemekte fayda görüyoruz.

                Kâtib-i Mesuller Yollarda

                Kâtib-i mesuller yâni sorumlu yazmanlar, İstanbul'dan çıktıkları yolculuklarına üç grup halinde başlamışlardı. Bahaeddin Şakir Bey Kuzey Kafkasya'ya, Ömer Naci ile Ruşeni beyler İran'a ve Süleyman Şefik Paşa, Rauf Bey ve Ubeydullah Efendi ise Afganistan'a doğru yola çıkmışlardı.
                Kâtib-i mesullerin hedefi belliydi. Cihan Harbi için Kafkasya, İran ve Hindistan-Afganistan bölgesindeki İngiliz ve Rus emperyalizmi altındaki Müslümanları Osmanlı yararına çalışması için örgütlemek.
                Kâtib-i mesuller, görevleri ve görev yerleri kararlaştırılmasından bir gün sonra aileleriyle dahi görüşmeye fırsat bulamadan yola çıktılar. Yol İstanbul Haydarpaşa Garı'ndan tren ile başlıyor ve Ankara'ya kadar gidiyordu. Ankara'dan sonra ise demiryolu namevcut olduğundan bir araba bulunup Sivas'a intikal edilecekti. Sivas'tan sonra ise Erzincan'a geçilecekti.
                Yolculukta mesullere verilen emirlerden en önemlisi ise kim olduklarını etraftakilere hissettirmemekti. Bu sebeple kâtib-i mesuller boş buldukları yerlerde çadır kurup konaklıyorlardı.
                Onları bu yolculukta en çok zorlayan ise muhakkak ki Ağustos ayında olmaları ve güzergâhlarının Anadolu'nun çorak toprakları olmalarıydı. Fakat bu zorluk onların keyiflerini kaçırmıyordu. Aksine her biri şendi ve birbirlerine lâtifelerde bulunuyorlardı. Örneğin, yolculuk esnasında mesullerden biri tarlanın ortasında traş olmaya başlamış ve diğer yoldaşları için eğlence ortamı ortaya çıkmıştı. Muhabbet şöyle devam etti:
   "-Azizim, bu gece burada, kır ortasında cinsi latiften birinin ziyaretini kabul edecek isen vakti ile haber ver de, biz de çadırlarımızı seninkinden uzaklaştıralım
   -Hayır azizim, öyle bir niyetim yok. Fakat bir gün gelir belki ben de diplomatlar sırasına geçerim diye şimdiden kendimi her gün tıraş olmaya alıştırıyorum."
                Bu zahmetli yol, Ağustos ayı sıcağında, mesullerin birbirlerine takılmadan elbette geçmezdi.
                Velhasıl, kâtib-i mesuller Erzincan'a vardılar. Fakat İstanbul'dan ne bir haber, ne de bir emir geliyordu. Mesuller ise aksiyon adamlarıydılar. Bu bekleyiş onlara fazla geldi ve kimisi Dersim dağlarına doğru keşif gezisi yaptı, kimisi de Erzincan çarşıda gezip gözlem yaptı.

                Kâtib-i Mesuller Teşkilatlanıyor

                Aradan on sekiz gün geçtikten sonra ise beklenen haber İstanbul'dan geldi. Hedef Trabzon idi. Ve kâtib-i mesuller yola koyuldular.
                Trabzon'da İttihat ve Terakki adına bölgedeki teşkilattan sorumlu olan şahıs Enver Paşa tarafından görevlendirilen Rıza Bey ve Nail Bey idi.  Trabzon'daki bir diğer İttihatçı ise Sopalı Mutasarrıf olarak bilinen Cemal Azmi Bey idi.
                Trabzon'da bulunup Enver Paşa tarafından gönderilen Teşkilat-ı Mahsusacılar ile Erzincan'dan gelenler arasında karışıklık olmaması için bir mutabakat yapıldı. Mutabakat beş maddeden oluşmaktaydı:
·         Bölgedeki Rus ve Gürcülerin genel tavırlarına dikkat edilecek.
·         Rusya Cihan Harbi esnasında Osmanlı'ya karşı tutum alması durumunda Kafkasya'daki Gürcüler kazanılmaya çalışılacak.
·         Batum'daki şahıslar ile irtibat kurulacak.
·         Laz Ahmet ve kardeşi Osman'dan Rusya hakkında alınacak rapolar kayıt edilecek.
·         Trabzon'daki mahpuslar serbest bırakılıp teşkilata dahil edilecek ve bunlardan çete oluşturulacak.
                Trabzon'da Rusya'ya karşı teşkilatlanma işleri bu minvalde sürerken, Süleyman Askeri Bey de boş durmayıp İttihat ve Terakki'nin en önemli simalarından olan Kara Kemal'i de bölgeye intikâl ettirmişti. Kara Kemal'in geldiği vapurda yine Süleyman Askeri Bey'in emrinde olan 2 Alman ve 16 Gürcü, Teşkilat-ı Mahsusa'nın Kafkasya misyonu için gönderilmişti. Bu şahısların da görevi önceki gönderilenlerden farksızdı.
                Trabzon ve Erzurum'da teşkilatlanma işleri devam ederken göz ardı edilmemesi gereken bir diğer olay da Erzurum'dan Bahaeddin Şakir Bey ile Trabzon'dan Kara Kemal Bayburt'ta buluşarak bir cemiyet kurmasıdır. Bu cemiyete "Kafkas İhtilâl Cemiyeti" adı verilmiştir ve cemiyetin toplamda otuz dört maddeden oluşan bir nizamnamesi de kaleme alınmıştır.

                Bahaeddin Şakir Bey ve Taşnakçılar

                Erzurum'da yüksek yetkilere haiz olan Bahaeddin Şakir Bey şehirde kontrolü ele almıştı. Fakat istihbarat faaliyetlerini yürütürken dikkatinden kaçmayan bir husus vardı. Ermeniler arasında kıpırdanmalar meydana gelmekteydi.
                Bahaeddin Bey Ermeniler'deki bu garip hali fark etmiş ve onların aralarında toplantılar yaptığını görmüştür. Bahaeddin Bey, Taşnakçı Ermenilerin Erzurum'da niyetlerini gizlemediklerini ve ihanetin yakın olduğunu görmüş ve Erzurum'dan uzaklaştırılmalarını sağlamıştır. Bu olay, şüphesiz ki, tehcirin ayak sesleriydi.

                Bahaeddin Şakir Bey ve Barzaniler

                Günümüzde de pek meşhur olan fakat bu meşhurluklarını olumlu manâda kazanmamış olan Barzaniler o günlerde de ayrı telden çalıp bir Kürdistan kurma hülyasındalardı.
                Barzanilerin o günkü temsilcisi olan Şeyh Taha ilk başlarda İttihat ve Terakki'den taraftar olmuş fakat emellerini gerçekleştiremeyeceğini anlayınca Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na yanaşmıştı.
                Hürriyet ve İtilaf'tan da umduğu ilgiyi göremeyen Şeyh Taha bu sefer Bahaeddin Şakir'e uygunsuz bir teklifte bulunmuştu:
   "Hürriyet ve İtilaf kabinesi ve bunun istinat ettiği fırka, Arnavutları isyan ettirerek hükümeti zaafa düçar etti ve bu vaziyetten hasıl olan dahili ve harici meselelerden bilistifade İttihat ve Terakki'yi düşürmeye muvaffak oldu.
   Şimdi siz de bize müsaade ediniz. Biz Kürdistan'da bir mesele çıkaralım. Siz muvafakat ettiğiniz dakikada, Kürt isyanı hazır demektir. O zaman şimdiki hükümeti devirmek için en kolay çare bulunmuş olur"
                Taha'nın memleketi zaafa uğratacak bu teklifine Bahaeddin Şakir Bey şöyle cevap verdi:
   "Bu teklifi kabul etmek bizim için Arnavutluk isyanını tertip ve teşvik edenlerin seviyesine inmekten daha bayağılık demek olur. Bizim menfaatlerimiz vatanın menfaatidir. Ona gelecek her bir mazarrat ruhumuzun en derin noktasına dokunuyor.
   Söylediğiniz sözlerin memlekete ne derece zarar ika eyleyeceğiniz tahmin ediyor musunuz? Siz bu isyanı yaptığınız dakikada Rus Kazakları Kürdistan dahilinde bulunacaktır.
   ... Onun için şayet Kürdistan'da bir isyan çıkaracak olursanız karşınızda en büyük düşman olarak İttihat ve Terakki'yi göreceğinize şüphe etmeyiniz."
                Baha Bey'in vermiş olduğu dirayetli cevap takdire şayan olup İtthat ve Terakki Cemiyeti'nin amacının ne olduğunu açıkça göstermektedir. Bu tavır, ayrıca, Talat Paşa'nın Edirne'yi Bulgarlara sattığına yönelik dedikoduların da asılsız olduğunun kanıtı olabiliecek bir duruştur. Kısacası bu İttihatçı bir duruştur.

                Bahaeddin Şakir Bey'in Vatan Sevgisi

                Önceki bölümlerde de değindiğimiz üzere Baha Bey ve arkadaşları aileleri ile dahi görüşmeden İstanbul'dan gizlice ayrılmışlardı. Baha Bey'in eşi İstanbul'dan bir mektup göndererek onun dönmesini istemekteydi. Eşinin bu talebine karşılık ise Bahaeddin Bey mektubunun bir kısmında şunları yazmıştı:
   "...Bana yazdığın telgrafta gelmekliğimi yazıyorsun. Çocuk veya sen ağır hasta mısınız? Nazım'a telgraf çekiyorum, bana haber versin. Muharebe olurken benim avdetime imkân var mıdır? Bunu sen de takdir edersin. Böyle bir vazife-i vataniye olmasa bir dakika durabilir miyim?
   İnşallah yakında Kafkasya'nın daha ilerilerine geçeceğiz. Belki ben gelmezden evvel sizleri oraya aldırtırım. Siz ordunun muzafferiyeti için gece-gündüz Cenabı-ı Hakk'a dua ediniz. Ancak o zaman yani muzaffer olur ve Kafkasya'yı tamamen zapt edersek, muharebe biter..."
                Baha Bey bu koşuşturmalı hayatında ne yazık ki ailesinin dizinin dibinde ölmemiş; Ermeni kurşunu ile şehit olmuştur. Ayrıca Baha Bey bu mektubunda yanılmaktadır. Osmanlı Kafkaslar'da gidebildiği kadar ileri gitse de Cihan Harbi ne yazık ki Batı'da alınabilecek zaferler ile Osmanlı lehine bitebilecekti.

                Topal Osman

                Kurtuluş Savaşımızın en önemli çetecilerinden olup, bizzat Mustafa Kemal'in de Muhafızlığını yapan Topan Osman'ın adı bu sefer de karşımıza Arif Cemil'in hatıratında çıkmaktadır.
                Topal Osman'ın genel özellikleri sert, vatanperver ve hareketli bir tip olmasıdır. Fakat Arif Cemil'in anılarına baktığımızda bu özelliklerin neredeyse tam tersi Topal Osman'a ithaf edilmiştir.
                Örneğin, Arif Cemil, Topal Osman'ın Trabzon'da bulunup Enver Paşa'nın adamı olan Rıza Bey'in çetesine 300 adamı ile katıldığı fakat bu 300 adamın 16-17 yaşında çocuklar olduğunu ileri sürmektedir.
                Topal Osman ile ilgil bir diğer örnek de, Osman'ın birliklerinin çarpışma esnasında kaçtığı ve Osman'ın da ateş hattından uzak kaldığıdır.
                Arif Cemil'in Topal Osman'a yüklendiği bir diğer konu ise Topal Osman'ın cepheden Gürcü Hasan yüzünden kaçtığı ve bu sebeple Rıza Bey tarafından 50 değnek sopayla falakaya yatırıldığıdır.
                Bu iddialar genel olarak Topal Osman portresinin çok dışındadır. Misâl, Topal Osman savaştan kaçacak biri olsa nakdi bedeli amcası tarafından ödenmiş olmasına rağmen Balkan Harbi'ne gönüllü olarak katılır mıydı? Yâhut, İstiklâl Harbi'nde Pontus çetelerine karşı bu denli dirayetle savaşır mıydı?
                Topal Osman'ın karakteri ve yaşamı göz önüne alındığında Arif Cemil'in dediklerinin geçerliği ve güvenirliği ne yazık ki düşük kalmaktadır. Bu olay da anı türüne ihtiyatla yaklaşılmasının başlıca sebebidir. Çünkü anı veya hatırat türü öznel yargılardan oluşur. Bu da yazarın olayları olduğu kadar değil de gördüğü kadar yazmasına sebep olur.

                Makedonya'da ve Trakya'da Teşkilat-ı Mahsusa

                Teşkilat-ı Mahsusa faaliyetlerinin Makedonya ve Trakya bölgesinde yapılmasına karar verilmesinin başlıca sebebi, Cihan Harbi esnasında Almanya-Avusturya-Bulgaristan-Türkiye arasındaki kara bağlantısının güvenliğini temin etmekti. Bu amaç doğrultusunda Süleyman Askeri Bey fedailere şunları tembihlemişti:
·         Makedonya ve Trakya'da Bulgar komitacılar ile teşrik-i mesai etmek için Sofya'ya gidilecektir.
·         Sofya'da teşekkül edecek olan çeteler Sırp ve Yunan arazisinde çalışacaklardır.
·         Almanya'nın da müttefiki olan Avusturya ordusuna yardım edilecektir.
·         Sırp ve Yunan arazisindeki köprü ve yollar berhava edilecektir.
·         Çeteler hudutlarda kargaşa yaratacak ve Sırp karakolların dikkatini bu yöne çekecektir.
                Süleyman Askeri Bey'in mesajı netti. Müttefiklik uğruna Yunan ve Sırp birlikleri olabildiğince meşgul edilecek ve Almanya-Avusturya-Bulgaristan-Türkiye kara bağlantısının sürekliliği sağlanacaktı.
                Süleyman Askeri Bey'in, bu çetelerinin denetlenmesi için bölgede görevlendirdiği şahıs ise Çolak İbrahim idi. Çolak İbrahim sert mizaca ve meslek ahlakına mâlik bir vatanseverdir. İbrahim Bey çetelerin kontrolünü ise merkezi Ustrumca'da bulunan karargâhtan yapıyordu.

                Göreve İhanet: Silahçı Tahsin

                Tahsin Bey çıkardığı "Silah" gazetesi ile şöhreti yakalamış İttihatçı bir şahıs idi. Gazetesinde yazmış olduğu coşkun ve baba yiğit yazılar teşkilatın dikkatini çekmiş ve Teşkilat-ı Mahsusa kadrosu içine alınarak Makedonya ve Trakya misyonunda kendisine görev verilmişti.
                Tahsin Bey kendisine önerilen teklifi kabul ederek Sofya'ya hareket etti. O, Nevrekop bölgesinde bulunan çetelerin hareket ve kontrolünden sorumlu olarak bölgeye tayin edildiyse de, kendisinde bu işi yapacak cesareti bulamamış ve hiçbir zaman ateş hattına inmeyip; mütemadiyen Sofya'da kalmayı tercih etmişti.
                Silahçı Tahsin'in bu hareketleri elbette teşkilattakileri rahatsız etti. Kısa süre sonra kendisinden neden böyle yaptığının gerekçesi sorulduğunda:
   "Ben her ne kadar Teşkilat-ı Mahsusa'nın verdiği vazifeyi kabul ettimse de, bu işi yapamayacağımı anlıyorum. Çünkü ahval-i sıhhiyem müsait değil. Onun için vazifemden af olunmamı rica edeceğim."
                Bu elbette onun bahanesiydi ve Silahçı Tahsin'in bu özrü teşkilat içinde elbette geçerli değildi. Teşkilata girenlerin ondan ayrılmasının tek yolu ise ölümdü. Tahsin bu gerçeğin icra edilebileceğini tahmin etmiyor olacak ki, bu münakaşadan sonra vazifesinin başından izinsiz bir şekilde ayrıldı ve trenle İstanbul'a gitti.
                Bu onun kalemini kıran olay oldu. Kısa bir süre sonra iple boğulan Silahçı Tahsin'in cesedi Edirnekapısı mezarlığında bulundu.
                Bu olay kulağa ne kadar acımasız gelse de, savaş esnasında yapılan sorumsuzluğun cezası ölümdür.

                Bulgar Komitacıların Durumları

                Osmanlı Cihan Harbi öncelerinde de Bulgar Komitacılar ile sıkça karşı karşıya gelmişti. Fakat bu Bulgar Komitacılar tek çatı altında olup aynı amacı savunmuyorlardı. Aksine, iki gruba ayrılmışlardı. Bunlar Virhovistler ve Santralistler idi.
                Virhovistlerin önde gelenleri Protogerof ve Aleksandrof idi. Ayrıca, Virhovistlerin Kral Ferdinand tarafından desteklendiği de bilinmektedir. Çünkü hem Virhovistler hem de Kral Ferdinand emperyal hedefleri olan Bulgar milliyetçileri idi.
                Santralistler ise Virhovistlerin aksine emperyal bir tutumdan uzak olarak "Makedonya Makedonyalılarındır!" parolasını kendilerine şiar edinmişlerdi. Ayrıca, Bulgaristan hükümetiyle ve kendini Slavların koruyucusu ilan eden Ruslar ile de oldukça mesafeliydiler. Bunun dışında Santralistlerin ileri gelenleri Yane Sandanski ve Paniça'dır.
                Paniça, Virhovistlerin önemli savunucularından Sarafov'u öldürmesi ile tanınmış bir komitacıyken, Sandanski de Osmanlı'ya başkaldırısı ile bilinen bir komitacıdır. Buna zıt olarak, Sandanski, Hürriyetin ilanı sırasında Meşrutiyeti Abdülhamit'e ilan ettirmek için 3. Ordu zabitleri ile hareket etmişti.

                Arif Cemil'in Enver Paşa Yanılgısı

                Toplumumuzda adet olduğu üzere Enver Paşa Türk tarihinin üvey evladıdır. Enver Paşa döneminde yapılan bütün olumsuzluklar tamamen onun üstüne yıkılırken, yine aynı dönemde yapılan hiçbir iyi icraattan ise nasibini alamamıştır.
                Arif Cemil'in anılarına baktığımızda, Enver Paşa hakkında yazılmış kimi yanlış saptamaları açıkça görebilmekteyiz. Örneğin, Arif Cemil anılarında şunu söylemektedir:
   "(Enver Paşa) istiyordu ki, halk İttihat ve Terakki'den büsbütün nefret etsin, bu esnada bütün kuvvet Enver Paşa'nın eline geçsin..."
                Enver Paşa'nın İttihat ve Terakki'yi aldığı ve getirdiği nokta tarih önünde oldukça açıktır. Eğer Enver Paşa hürriyet fitilini ateşlemeseydi, İttihat ve Terakki ne kadar büyüyebilirdi ? Yâhut, bütün gücünü ordudan alan İttihat ve Terakki Enver Paşa'ya sahip olmasaydı, cemiyetin varlığı ne kadar sürebilirdi ?
                Bu soruların cevabı oldukça basittir. Enver Paşa İttihat ve Terakki'yi büyütmüş, geliştirmiş ve her sözü kanun olan bir güce çevirebilmiştir. Fakat ne yazık ki, Arif Cemil bu gerçekleri görmezden gelmektedir

*****

                Arif Cemil Denker'in 161 sayı süren ve sonrasında Erhan Çifci tarafından kitaplaştırılan eserini okuduktan sonra akıldan kalan anılarının eleştirisini genel anlamda yapmış bulunmaktayız.
                Arif Cemil Denker'in hatıralarını kritik ettiğimiz bu yazıda iki temel husus dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, Arif Cemil'in Kafkasya'da Bahaeddin Şakir Bey'in yaşadıklarına ışık tutması ve Balkanlardaki olaylar hakkında verdiği malûmattır. İkincisi ise, anılarında çoğu zaman öznellikten kurtulamayıp yanlış tasavvurlarda bulunmasıdır. Bu yanlış tasavvurlar ne yazık ki pek de yutulur cinsten değildir. Özellikle, Enver Paşa ve Topal Osman Ağa hakkında söyledikleri Arif Cemil'in anılarının güvenirliğini olumsuz şekilde etkilemektedir. Fakat Arif Cemil'in anıları dönemi araştırmak isteyenler için belli noktalarda önemli bir eserdir denebilir.

                Anıları kitaplaştırıp yayınlayan Erhan Çifci'ye de teşekkürü bir borç biliriz.

Post a Comment: